30 Nisan 2010 Cuma

TavsiyeM

Abstract by mcton

http://www.soyutresim.org

29 Nisan 2010 Perşembe

TÜRKİYEDE SOYUTLAMANIN YERİ

Ülkemizde soyutlamaya ilişkin ilk yazıların çıkması 1947 yılındaki dergilerde saptanıyor. 1943’ten itibaren Nurullah BERK, Sabri BERKEL, Refik EKİPMAN, Cemal TOLLU, Salih URALLI gibi ressamlar Picasso – Braque sentetik kübizmine yakın çalışmalar yapmışlardır. 1948’de Ferruh BAŞAĞA, “ Aşk “ adlı tablosu Devlet Resim Sergisinde birincilik ödülü almıştı. Resim bir erkek ve kadın silüetinin soytlamasına dayanıyordu ve o dönemde soyuta yaklaşımın en cüretli örneğidir. Bu dönemde ayrıca Nurulah BERK modern resimle ilgili yazılar yazar. 1950’li yıllar ve onu izleyen dönem Türkiye’de soyutçu eğilimlerin satışsızlık riskine karşın tutunma uğraşı verdiği çabalarla geçmiştir. Birer yeni çıkış olarak yorumlanması gereken soyutçu eğilimlerin devreye girdiği yıllarda Türkiye’de resim anlayışları genel anlamda kübist biçimlendirme yöntemlerine ve fovist görüşe yakın bir yol izlemekteydi.
İlk soyut çalışmalar ile ilgili Bülent ECEVİT’in bir yazısında, 1954 yılında bir sergide eserleri sergilenen Cemal BİNGÖL, Nejat DEVRİM, Eren EYÜBOĞLU ve Füreyya KILIÇ, non – figüratif tarzda çalışan ilk soyutçu ressamlar olarak tanımlanırlar. Aynı dönemde Fuat PEKİN “ Mücerret Resim “ başlıklı yazısında Halil DİKMEN, Ferruh BAŞAĞA, Hasan KAVRUK ve Salih URALLI adlı ressamların soyut anlayışta çalıştıklarını beliriyor. Yine o sıralarda tamamen geometrik – non – figüratif çizgide iki genç ressam Adnan ÇOKER ve Lütfi GÜNAY resimlerini İstanbul Maya Galeri’de ve Ankara’da Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi girişinde sergiliyorlar. 1953 ve 1954 yılları önemli bir çıkışı gösterir. Yapılanlarda geometrik soyut bir çizgidedir. Ancak devlet sergileri jürileri bu anlayışa pek iltifat etmiyor ve resimler ancak özel sergilerle topluma sunulabiliyor.
Bunun yanında yurt dışında çalışan sanatçılarımızın eserleri kimi galerilerde sergileniyor. Nejat DEVRİM, Selim TURAN ve Fahrünissa ZEYD bu dönemin önemli isimleridir. Avrupa’da yaşayan Türk ressamları arasında ilk non – figüratif çalışmalar yapan ressam Selim TURAN’dır. O dönemde Avrupa’da İkinci Dünya Savaşı sonrasında yoğun bir şekilde non – figüratif bir çalışma gözlenir. 1950’den sonra bu anlayışı savunan Uluslar arası Sanat Eleştirmenleri Derneği ( AICA ) Paris’te kuruldu. 1954’te İstanbul’da AICA’nın yıllık kongresi toplandı. Ünlü sanat tarihçileri ve eleştirmenleri geldi. Aynı yıl İstanbul’da Sanat Tenkitçileri Derneği kurumlaştırılmıştır. AICA’nın toplantısı nedeniyle 1954’te özel bir banka hasat konulu bir yarışma açar. Aliye BERGER soyut bir kompozisyon mantığı üzerine kurulu resmi ile birincilik ödülünü alır. Non – figüratif sanatın batıda büyük bir çekicilik kazanmasına paralel olarak ülkemizde de bu yönde yapılan çalışmalara ilgi arttı. Ancak 1959 lardan sonra devlet sergilerinde bu anlayışa ait çalışmalar önemli bir yer almaya başlıyor. Bu sıralarda dikkat çeken ressamlar İ.G.S.A. çatısı altında çalışan Zeki Faik İZER , Sabri BERKEL ve Halil DİKMEN’dir. Zeki Faik İZER figüratif ve dışa vurumcu bir renk ve fırça tuşu ile soyutlamaya yöneliyordu. Sabri BERKEL ise geometrik çizgisel kompozisyonlardan oluşan ve eski yazı esprisine dayanan bir soyuta oradan da geometrik ya da lirik olmayan non – figüratif bir anlayışın statik lekeciliğine yöneliyordu. Bu dönemdeki önemli isimlerden biri de Bedri Rahmi EYÜBOĞLU’dur. Brüksel’deki Türk Fuarı için yaptığı mozaikler soyutlama öğelerine rağmen, figüratif bir anlayışta idi. Almanya’ya yaptığı seyahatlerde soyut resmin tanınmış isimleri ile tanışmıştı ve İstanbul’a dönüşünde soyutla ilgili çalışmalara başlamıştı.

28 Nisan 2010 Çarşamba

SOYUTLAMAYI ANLAMA GİRİŞİMLERİMİZ

Bizde resimsel anlatımlar yerel bir gelişime bağlı olamadan biçimleme anlayışları dışarıdan hep hazır olarak alındı. Bunun nedeni sanatçı ve düşünürlerimizin snatsal üslup ve akımlar üzerine fazla eğilmemeleri ve bunların oluş nedenlerini ve zeminlerini araştırıp incelememeleri idi. Salt soyut çalışma Kandinsky’nin 1910’larda yaptığı lirik non – figüratif resimle ortaya çıkmıştır. Ancak biz bu gelişimin ne olduğunu 1955’lerde anlamaya başladık. Bizde ilk soyut çalışmalar geometrik – non – figüratif bir biçimleme sınırı içinde kalmıştı. Batının kübizm ile ilgili çalışmaları Picasso ve Braque’nin 1907’de açtıkları sergiden çıkardıkları biçimsel sonuçlara dayanıyordu ve Cezanne’nin akademizmasından uzaktı. Bizde ise görüntüye dayanan bir Cezanne anlayışının sınırları bir türlü aşılamıyordu.

Resimsel anlayışımız alt yapısı oluşmadan batıdan alınıyordu. Bundan dolayı bizdeki soyut resmin oluşumu birbiri ile ilişkisiz değerlendirmelerle ilgilidir. Batıda farklı zamanlarda oluşmuş biçimlemeler İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra sergilerimizde mantar gibi boy göstermişleridir. Ancak soyuta ilşkin tüm bu girişimler sonunda batı sanatının sorunlarının etraflıca anlaşılmasını sağlamıştır. Dolayısıyla soyut resmin sınırsız bir anlatım alanı olduğunu anlamıştık. Hatta soyut anlayışı geleneksel halk sanatıyla ilişkilendiren sanatçılarımız oldu. Kimi yapıtlarda yöresel ve folklorik motiflerin soyut düzenini değerlendirme çabasındadır.

Türkiye’de ilk soyut girişimler geometrik – non – figüratif çerçeve içinde olmuştur. Renk soyutlaması mantığı ise ilk defa müstakiller ve D grubunda görülmeye başlamıştı. Ancak bir fov, Die Brücke, Der Blaue Reiter gibi renk soyutlamasına dayanan dışa vurumcu anlayışlar bizde pek yankı yapmamıştır. Renk soyutlamasına geçişteki gecikmenin, lirik – non – figüratif anlayışının geç kalmasına neden olduğu kabul edilebilir.

1930’lardan 1955’lere kadar yapılan çalışmalarda renkten çok çizgisel biçim bozmaları egemendi. Suut Kemal YETKİN ve Nurullah BERK gibi yazarlarımız, geometrik soyutlamaya bağlı kalışımızı haklı çıkarmak için eski hattat yapıtlarının soyut biçimlenişine değinmişlerdir ve soyutlamanın ilk planda biçimsel yönden anlaşıldığını vurgularlar.

1950 – 1960 yılları arasında fov ve dışa vurumcu anlayış arasında bir soyutlamaya giden sanatçımız sadece Zeki Faik İZER’dir diyebiliriz. Batıda çözümlenmiş soyut akımlar bizde en erken 1950’lerden sonra bir sorun olarak benimsenmiştir. Yabancı eğilimler bağımsız olarak santçılarımızın ilgileri ile ithal edilmiştir. Bu nedenle batını soyut resimdeki oluşum süreci bizim resmimize düzenli bir şekilde yansımaz. Bizdeki soyut resim sınıflaması şu biçimde özetlenebilir;

Geometrik soyutlamacılar
Lirik soyutlamacılar
Geometrik – non – figüratif
Lirik – non – figüratif


Bu sınıflandırma içinde yer alan sanatçılardan tek bir anlayış içinde çalışmlarını sürdüren çok azdır. Ayrıca batının aksine birtakım sanatçının bir grup halinde tek bir anlayış çevresinde birleşemediklerini ve yeni bir akım yaratamadıklarını saptıyoruz.

21 Nisan 2010 Çarşamba

Bir kaç Örnek

Soyut Sænat nedir?



Soyut sanat, genel anlamıyla doğada varolan gerçek nesneleri betimlemek yerine, biçimler ve renklerin, temsili olmayan veya öznel kullanımı ile yapılan sanata denir. Nonfigüratif sanat terimi ile değişmeli olarak kullanılır. 20. yüzyıl başında bu terim, gerçek biçimleri sadeleştirilmiş veya değiştirilmiş halleriyle imgelere indirgeyen Kübist ve Fütürist sanatı tanımlamak için de kullanılmıştır.

Tarihçe
Temsili olmayan sanat aslında bir 20.yy icadı değildir. İslam ve Musevi geleneklerinde insanların resmedilmesinin yasak olması nedeniyle bu kültürlerde süsleme sanatları önemli derecede gelişmiştir. Bunlara örnek olarak gösterilebilecek kaligrafi ve hat sanatı da nonfigüratif sanatlardır. Batı kültüründe de soyut tasarımların kökü eskilere dayanır. Bunlara rağmen, soyut sanat süsleme sanatlarından farklı olarak, dekoratif değil güzel sanatlar adı altında incelenir. Bunun nedeni soyut sanat eserinin kendi başına, sanatçının sadece eserin kendisine yoğunlaşmasıyla ortaya çıkmasıdır.

Wassily Kandinsky, doğadaki dinamik kuvvetlerle uğraşarak madde hakkında bilgimizi artıran bilimin yanında, sanatın görsel dünyanın ardındaki ruhsal güçleri göstermesi gerektiğine inanıyordu. Kandinsky ile Kasimir Malevich ilk defa tamamen soyut olarak nitelendirilebilecek resimler yapmışlardır.

Konstrüktivizm (1915) ve De Stijl (1917) soyutlamayı heykel ve mimarinin üçüncü boyutuna taşımış paralel akımlardır. 1940'lardan 60'lara süregelen Soyut dışavurumculuk ve 1960'larda yaygın olan Op-art, Minimalizm akımları da soyut sanat akımlarıdır. Günümüzde ise sanat eserlerinin genel olarak akımlardan bağımsız olarak incelenmesi yaygındır. Buna örnek olarak Gerhard Richter'in aynı dönemlerde yapıp bir arada sergilediği tamamen nonfigüratif resimler ile fotogerçekçi resimler gösterilebilir.

Bence soyut sanat


İnsanın ilk yarattığı soyut sanattır. Soyut sanat, kavramların önsezisidir. İlkel toplumlarda soyut sanatı doğuran nedenlerle, uygar toplumlarda soyut sanatı doğuran nedenler farklıdır. İlkel toplumlar evren hakkında bilgisizliklerinden ötürü soyut sanata gitmişlerdir. Uygar toplumlar ve uygar insanlar bilim, düşünce ve uygarlığın gelişmesi ile evren hakkında yeterince bilgi sahibi olmaları nedeniyle soyut sanatı kavrarlar. Doğada sanat yapıtı yoktur. Sanat yapıtlarını insan düşüncesi ortaya koyar.
Soyut sanat, sanatta bir devrim ise bu devrim dünya hakkında yeni bir tasarımdan oluşur. Salt biçimi temsil eden görüntüye ulaşma farklı yollardan olabilir. Doğadan (organik), doğa biçimlerinden hareket ederek bu biçimsel varlığa gidilebileceği gibi, salt düşünceden hareket ederek (inorganik) kurgusal yoldan da biçime varılabilir. Her iki kolda (da) soyutluk söz konusudur. Resim soyut düzeni gösteriyorsa hangi yöntemle meydana gelirse gelsin, soyut bir yapıt ortaya çıkmıştır.

Yeni biçim vermeye dayalı resim, tümüyle özgünleşmiş ve yeni biçim vermeyle olur. Yani salt renk düzeyi üzerinde düzeysellikle resim sanatı yapma yolunda biçim verme, bir eylem olur. Böyle bir yasal yapıya dayanan sanat yapıtı aynı zamanda salt resim öğelerinden meydana gelmiş bir düzendir. Bu yapıt gereken leke ve espaslarla boyut kazanır.
Başağa, "Ben konuşarak değil, düşünerek üreten bir kişiyim." demekte. Yukarıdaki alıntılardan da anlaşılabileceği gibi, sanat yaşamı süresince yapıtları dışında çok az konuşan bir kimlik ve konuştuğunda da kısa ve öz konuşması, iki üç kelimelik cümle kurguları dikkati çekmektedir. Bu sözdizimi resimlerinin dili ile de paralellikler akla getirmekte; sanatçının dolaysız ve dolambaçsız anlatım öğelerini her iki ortamda da yeğlediği anlaşılmakta. Yoğunlaşarak kristalleştirilen düşünce; net, duru ve öz biçem ve kurgu ile gerçekleştirilen yapıtları aracılığıyla "başka"larına sanatçının kimliğinin de bir aynası olarak sunulmaktadır.